2019’un sonu ve 2020’nin başında, vasküler cerrahi üzerine bir sempozyum için Zürih’te, İsviçre’nin başkentindeydim. Şehir, benzer binaları, soğuk havası ve şehrin kalbinden akan tertemiz Limmat Nehri ile bana Ankara’yı hatırlattı. Sabahleyin İstanbul’daki evimden ayrıldım ve seyahat nedeniyle fazla planlama yapmadan, deneyimli bir metropoldeki metroda gezinme yeteneğim sayesinde öğleden sonra Zürih Üniversitesi’nde büyük bir oditoryumda buldum kendimi.
Üniversite, Wilhelm Röntgen, Albert Hofmann, Erwin Schrödinger ve hatta Albert Einstein gibi öncü bilim adamlarını ağırlamasıyla tanınır. Oditoryum, dünyanın her yerinden etkileyici çalışmalarını sunan beyin cerrahlarıyla doluydu.
İlk günün oturumları bittikten sonra, daha önce internette gördüğüm bütçeye uygun ve temiz bir otel odama yöneldim. İkinci gün, beyin cerrahisinin tarihinde yaşayan bir efsane olan Profesör Gazi Yaşargil’e özel bir oturum ayrıldı. Tıpkı Hipokrat’ın tıp biliminin babası olarak kabul edildiği gibi, Gazi Hoca da beyin cerrahisinin babası olarak saygı görür.
İkinci gün oditoryum çok daha kalabalıktı, katılımcılar sadece beyin cerrahlarından değil, profesörün konuşmasını duymak için hevesli bireylerden de oluşuyordu. Profesör Yaşargil İstanbul’dan bize çevrimiçi olarak katıldı.
Bir Türk beyin cerrahı olarak ne kadar etkilendiğimi kelimelerle ifade edemem. İstanbul’daki sınıfta, arkadaşlarım profesörle aynı anda benimle atmosferi paylaşarak oditoryumdaydılar. Tüm oditoryumun saygıyla ayağa kalktığını ve profesörün konuşmasını telefonlarına ve kameralarına çekmek için çabaladığını görmek unutulmaz bir andı. Bu duyguları o anda İstanbul ile paylaştım.
Zürih’ten diğer hatıralar arasında bol tiyatro ve performans merkezi, havadaki kahve aroması ve aşırı pahalı çikolatalar yer alıyor.
Bir diğer canlı hatıra ise oditoryumdaki birçok Çinli meslektaşım. Birçoğuyla tokalaştım. Yaklaşık bir ay sonra, dünyayı kasıp kavuran ve Çin’den kaynaklandığı bildirilen COVID-19 pandemisi ortaya çıktı.